Doksandan Sonra Ocak 2020'de TRT Radyo 3'te yayına başladı. Önce Pazar günleri yayınlanan program, Pazar akşamlarına Bir Filmde Duydum adında başka bir program hazırlamaya başladığım için, aynı gün iki program olmaması amacıyla Cumartesi gününe kaydırıldı. Saat 12.00 haberlerinin hemen ardından radyolarda olmaya devam ediyor. Programdan örnek birkaç kesit için Doksandan Sonra Instagram hesabına göz atabilir ya da eski programları dinlemek için TRT Podcast sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Buradaki yazı, Bir Dünya Müzik dergisi Ağustos 2020 sayısında yayınlandı.
DOKSANDAN SONRA
Bir kural gibi söylemek doğru olmaz ama müziğin her dönemini, öne çıkan tarz ve özellikleriyle anlatmak genel olarak mümkün. Örneğin 60’larda rock’n roll coşkusunu, 70’lerde özgür ruhların ritimli seslerini, 80’lerde synthesizer ile yavaş yavaş elektronikleşmeye başlayan müziği duyduğumuzu söyleyebiliriz. 1990’lı yıllarla birlikte her şey biraz daha farklı bir yola girmeye başladı çünkü dünya kendisini hızlı bir değişimin içinde buldu. Özellikle internet kavramının hayatımıza dahil olması, daha önce hiç tahmin edilemeyen bir hızla yaşadığımız gerçek bir dönüşüme sebep oldu.
Yıllar boyunca dünyayı hep diken üzerinde tutan soğuk savaşın sona ermesi ve Yugoslavya’nın bölünmesiyle farklılaşan Avrupa coğrafyasından, iklim değişikliği ve gerginleşen dünyaya kadar olumlu-olumsuz birçok gelişme yaşanırken, teknoloji de her bir gün hayatımıza yeni ürünler eklemeye başladı. Cep telefonlarından dizüstü bilgisayarlara, giyilebilir teknolojilerden mp3 müzik çalarlara kadar tanıştığımız her cihaz sadece hayatımızı kolaylaştırmakla kalmadı, aynı zamanda yaşam tarzımızı da değiştirdi. Elbette müzik de bu değişimden nasibini aldı.
90’lı yıllarla birlikte müziğin içerik olarak da tarz olarak da önemli bir devinime girdiğini görüyoruz. Bu süreçte Take That, Spice Girls, N’Sync gibi proje grupları, müzikle beslenen önemli yardım kampanyalarını, alternatif rock müziğin yükselişini, dans ritimlerinin öne çıkışını, rap tarzının dünyaya yayılışını izledik. Bir yandan da politikacıları eleştirerek değişim başlatan şarkılar kadar, hiçbir şey anlatmamasına rağmen sadece birkaç kelime ile çok popüler olanlara da şahit olduk. Yani aslında müzik dünyasının da, 90’ların kendisi kadar kafası karışıktı. Bazen dünyadaki gelişmeler müziği etkiledi, bazen de müzik ve müzisyenler dünyanın gündemini etkilediler. İşte bu yüzden biz 1990 yılıyla başlayan sürece “Dünyanın müziği, müziğin de dünyayı değiştirdiği dönem” diyoruz ve o dönemin şarkılarını, o dönemin hikayeleriyle birlikte Doksandan Sonra’da buluşturuyoruz.
Doksandan Sonra’yı Selim Karakaya hazırlayıp sunuyor. Aslında bu durumun temelinde de mantıklı bir gerekçe var. Selim Karakaya, yayıncılık hayatına 90’larda başlamış ve o dönemin müziğine sadece dinleyerek değil, yaşayarak da şahit olmuş. ODTÜ’de mühendislik okurken öğrenci toplulukları sayesinde yeni bir oluşuma dahil olarak, yaklaşık bir yıla yayılan hazırlık çalışmalarının ardından Ocak 1995’te Radyo ODTÜ’nün kuruluş ekibinde yer almış. Benzer şekilde 1998 yılında da yine Ankara’dan ulusal yayın yapan ilk özel radyolardan biri olan Radyo Mydonose’un kuruluş ekibine dahil olmuş. Her iki radyoda da yayın ekibinden yöneticiliğe kadar hemen her görevde bulunmuş, ayrıca radyolar adına çeşitli konserler, etkinlikler, turneler organize etmiş. Yani 90’lı yılları hem mikrofonun yayın tarafında, hem de sahada deneyimlemiş ve bütün bu gelişime, değişime şahit olmuş. Bu deneyimle birlikte sadece bir anlatan olarak değil, bir yaşayan olarak da dönemin müzik hikayesini radyoya aktarıyor. Program sağlam bir araştırmayla da desteklenince ortaya hem eğlenceli, hem de arşiv niteliğinde bilgilendirici bir dönem yayını çıkıyor.
Doksandan Sonra’da her şeyden önce şarkıların hikayeleri var. Bu bazen bir şarkının yazılış şeklinin hikayesi olduğu gibi, bazen de şarkının neden yazıldığı ya da yazıldıktan sonraki etkisi olabiliyor.
Örneğin, R.E.M.’den Michael Stipe, Drive şarkısının onun için çok özel olduğunu söylediğinde, ondan duygusal hikayeler duymayı bekliyoruz. Oysa Michael, ilk defa o şarkıyla birlikte daktilodan bilgisayar klavyesine geçtiğini anlatmış. Meğer şarkıları asla el yazısıyla yazmazmış, el yazısının şeklinin şarkının duygusunu farklı hissettirdiğini düşünüyormuş.
Lenny Kravitz o meşhur Fly Away şarkısının melodisini, stüdyoya yeni getirilen amfinin sesi iyi çıkıyor mu diye denerken bulmuş.
No Doubt grubunun efsanesi Don’t Speak, aslında Gwen Stefani’nin kardeşi Eric’in yazdığı bir şarkı olarak yola çıkmış. Ancak Gwen, onu bir ayrılık şarkısına çevirmiş ve bambaşka bir havaya bürünmüş.
Tarihin en çok yeniden yorumlananlarından biri olan The Proclaimers’ın 500 Miles şarkısı, grup üyelerinden Craig Raid maça giderken kaç basamak çıkacağını düşünürken ortaya çıkmış.
Bir yandan da 90’lı yılların şarkılarının gücü ve döneme etkisi var.
Örneğin, Paul McCartney’nin birçok müzisyeni bir araya getirerek yeniden yorumladığı Come Together sayesinde dünyanın çeşitli yerlerinde açlıkla mücadele eden çocuklara dikkat çekiliyor ve yardım götürülmesi sağlanıyor.
Bir başka örnekte, birçok isim ve toplumsal lider bir araya geliyor, iklim değişikliğinin hayatImıza etkisini anlatarak Beds Are Burning şarkısını yorumluyor. Grup adına da azalan zamanı temsil etmesi için Tck Tck Tck denerek farkındalık sağlanıyor ve önemli politik adımlar atılıyor.
Soul Asylum, Runaway Train şarkısının klibinde kayıp çocukların fotoğraflarını yayınlayarak onlarcasının bulunmasını sağlıyor. Öyle ki, yeni fotoğraflarla yeni klip hazırlanmasına ihtiyaç duyuluyor ve oradan da bulunanlar oluyor.
Bütün bu özel çalışmalar, insanın aklına USA For Africa projesinden bir anekdot getiriyor. Dönemin en ünlü isimlerini bir araya getiren bu özel şarkının kayıtları için stüdyoya gelen her sanatçıyı kapıda büyük harflerle yazılmış bir uyarı karşıladığını anlatmıştı Stevie Wonder. Lütfen egonuzu dışarıda bırakın!
Müziğin aslında kişiler kadar topluma da hizmet eden bir üretim olduğunu biliyoruz. Ama onca renkliliğe ragmen, gösteri dünyasında bireysel olarak yaşamak ve tutunmak gerçekten çok zor. Yıllar boyunca üretmeye devam eden isimler kadar, tek şarkıyla silinip gidenler de var. Yani tutunanlar ve tutunamayanlar. Yani aslında hayatın ta kendisi aslında. Artık herkesin kısa şöhretlere sahip olmaya başladığı dönemde, yani 90’lar ve devamında, bize güzel müzikler dinletmiş olan her bir isme saygımızı, onların harika şarkılarına da sevgimizi göstermek için her hafta buluşuyoruz.
Doksandan Sonra, dünyanın müziği, müziğin de dünyayı değiştirdiği dönemden seslenmeye devam ediyor.