Sahne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sahne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Mojo, In Yer Face ve Dib Sahne

Başlıktaki sıranın tersinden başlayalım.

Dib Sahne:
Başkentten uzak kaldığım yaklaşık 1.5 yıllık sürecin ardından geri döndüğümde (öncesinde ve sonrasındaki "uyum" sürecini de katarsak 2 yıl diyebiliriz aslında) itinalı bir "hayata adaptasyon süreci" yaşamaya başladım. Bu dönemde dikkatimi ilk çeken şey Ankara'daki bilindik mekanların popülaritesini kaybetmesi, ortaya yeni cazibe merkezleri çıkmaya başlamasıydı. Hakkında onca şey duymuş, onca etkinlikte adını görmüş olmama rağmen Dib Sahne'yle bir türlü tanışamamıştım. Mojo gecesi, herşeyden önce mekanı görmemi sağlamış oldu. Ve söyleyebileceğim tek şey var, Tunalı-Esat kesişimindeki o "karanlık" kapıdan içeri girerken böyle bir mekanla karşılaşmak aklınızdan bile geçmiyor. Erdal Beşikçioğlu'nun mekanı küçük olmasına rağmen çok şık olmasının ötesinde, güzel tasarlanmış sahnesi ve son derece başarılı ses sistemi hemen göze çarpıyor.

"In Yer Face" Akımı:
Gündelik yaşamı konu edinen, seyirciyi kullandığı dil ve imgelerle şaşırtan her türlü kötülüğün olasılığını sergileyen, tabuları yıkmayı amaç edinen "dolaysız" tiyatro anlayışı olan In Yer Face (ya da In "Your" Face), adını da "herşeyi seyircinin suratına tokat gibi inen" formatta anlatmasından alıyor. En dikkat çekici özellik ise kayda değer derecede müstehcenlik ve şiddet öğeleri de barındırıyor olması. Kökeni 1960'lı yıllara kadar uzanan bu akım, 80'li yıllardan sonra hızlı bir ivme kazanıyor ve özellikle Avrupa'da dikkat çekici oyunlar ortaya çıkmaya başlıyor.

Mojo:
Jezz Butterworth tarafından yazılan, İlham Yazar'ın yönettiği Nusret Şenay, İnanç Konukçu, Ali Yoğurtçuoğlu, Doruk Nalbantoğlu, Berkan Şal ve Sertaç Teker'in sahne aldığı Mojo için önce klasik bir tanıtım:

Olay Londra Soho’da Atlantic adlı bir gece kulübünde geçer. Sokakta şarkı söylerken keşfedilen 17 yaşındaki Parlak Johnny, Atlantik Klüp’ün sahibi olan Ezra tarafından himaye edilmektedir, ancak giderek büyüyen bir hayran kitlesine sahip olan Johnny için başka kulüp sahiplerinin de planları vardır ve gerektiğinde şiddete baş vurmaktan çekinmezler.
Soho’nun gece hayatına, kaybolmuş umutsuz insanlarına, müziğe, uyuşturucuya, cinselliğe ve şiddete hiç de alışık olmadığımız bir dille yaklaşıyor MOJO.
Dib Sahne'nin tamamının oyun alanı olarak kullanıldığı Mojo, Ankara seyircisine tiyatroyu bambaşka bir açıdan seyretme olanağı tanıyor.

Dürüst olmak gerekirse arsız bir tiyatro tutkunu olmadım hiçbir zaman, ama zaman zaman "show tarafı" kuvvetli yapımları organizasyon gözüyle izlemekten çok keyif aldım. Banu'yla beraber yaptığımız programda sıkça bahsettiğimiz ve mekan sahibi Erdal Beşikçioğlu'yu önümüzdeki haftalarda programda konuk edeceğimiz için oyunu görmek istedik. İlgililere ön bilgi olması açısından şu notu da iletmekte fayda var; ilk gün saat 21:00'da başlayan oyuna 21:02'de gelebildiğimiz için mekana giremedik. Yani, mekanın tamamı oyun sahnesi olarak kullanıldığı için kesinlikle geç kalmamanız gerekiyor. (Kapıdaki görevlilerin bu "içeri alamama" sürecinde son derece pozitif ve nazik davrandıklarını da belirtmemiz gerek. Öte yandan, bu geç kalma durumu sayesinde de yıllar sonra ilk defa eski dost efsane mekan Papsi'de bir akşam geçirme şansını yakaladık!)
İkinci gün tüm program ekibi olarak (Banu, Selim, Tamer, Kurtuluş, Miray) tedbirli ve vaktinde oradaydık elbette. Kısa bir bekleme sürecinin ardından biz de tüm konuklarla beraber koltuklara "paylaştırıldık" ve aslında tüm hikaye orada başladı.

Yukarıda da belirttiğim gibi, bir tiyatro oyununu yorumlayacak ve eleştirecek kapasitem de, lüksüm de, niyetim de yok, ama "sahne arkası" ayrıntılardan birkaç not düşmem gerek.
Oyun döner sandalyelerde izleniyor ve aslında olayın en büyük esprisi burada. Mekanın tamamı kullanıldığı ve değişik sahneler mekanın değişik yerlerinde oynandığı için sandalyenizle sürekli değişik yerlere dönüyor ve oyunu değişik açılardan izliyorsunuz. Yani aslında siz de bir şekilde oyunun interaktivitesinin içine katılıyorsunuz. Oyunda (ve oyuncularda) müthiş bir enerji var. Her sahne, her bölüm öylesine tempolu oynanıyor ki bazen hangi tarafı izleyeceğinizi ya da nerede kaldığınızı takip edemez hale geliyorsunuz (bunu negatif anlamda söylemiyorum). Oyun bittiğinde gerçekten kelimenin tam anlamıyla yorulmuş ve "In Yer Face"in iddialı söyleminde olduğu şekliyle "tokat yemiş gibi" oluyorsunuz. Ama oyun o kadar akıcı ve tempolu ki, izlerken aklınıza başka hiç birşey gelmiyor, elinizdeki içki bardağının hala aynı dolulukta olduğunu farkedip hatırlamanız için bile dakikalar geçmesi gerekiyor.
Kendi adıma eleştirebileceğim tek şey çok ama çok fazla küfür kullanılması. Evet, hem oyunun hem de "in yer face"akımının içinde varolan bir kavram bu, ve hayır ben sütten çıkmış ak kaşık değilim, ancak bazı sahnelerde ve kimi repliklerde küfürler sadece oyunun o havasını güçlendirmek için oraya sıkıştırılmış ve eğreti kalmış gibi görünüyor... Ancak, sonuçta bu da o formatın dahilinda varolan bir kavram, kabullenmek gerek.

Oyunla ilgili en önemli notlardan biri de karşınıza tam anlamıyla bir "prodüksiyon" çıkması. Giriş jeneriğinden, çıkış jeneriğine, arada oyuncular tuvalette birşeyler tartışırlarken "gizli" kameradan görüntülerin ve konuşmaların ekrana yansımasına kadar çok keyifli ayrıntılar var. (Görüntüler deyince aklınıza başka şeyler gelmesin, konuyu zorlamayın lütfen!)

Ve müzikler!... Daha önce söylediğim gibi mekandaki ses sisteminin başarısı, seçilen müziklerin "şahaneliğiyle" bir araya gelince tam bir müzik şöleni çıkıyor ortaya. Yani tam anlamıyla "Rock'n Roll Lives Forever" durumu var.

Bunlar bir anlamda ön gösterimlerdi. Oyun, Eylül'den itibaren mekanda düzenli olarak sahnelenmeye başlanacak. Kesinlikle izleyin, kayıtsız kalmayın. Biz mutlaka bir kez daha izleyeceğiz, size de öneriyoruz...

28 Haziran 2009 Pazar

Bir ÇGHB hikayesi...


Hiç şüphesiz bu yıl "show biz" sektöründeki en önemli iş "Çok Güzel Hareketler Bunlar"...
Bu akşam sezon finaliyle tatile giren proje, televizyondaki başarısının yanında, turnelerde Türkiye'de uzun zamandır görülmemiş bir etki ve güç yakaladı. Bir süre önce tek gecelik gösteri için Ankara'ya geldiklerinde gördüğüm manzara gerçekten inanılmazdı. BKM Basın İlişkilerinden sorumlu Selma Semiz'in de söylediği gibi, Tarkan'ın en zirve zamanları da dahil olmak üzere birçok organizasyona şahit olduk, ama böylesine çılgınca bir hayranlık hiç görmedik şimdiye kadar...

Size durumu şöyle özetleyebilirim:
Solda gördüğünüz çanta ve hırka Büşra Pekin'e ait. Anadolu Gösteri Merkezi'nde oyun bittikten sonra ekip hayranlarla buluşacak ve imza dağıtılacak, fotoğraf çekilecek. Öylesine ciddi (ve çılgın) bir kalabalık var ki, oyuncuları onların arasına göndermenin en doğru yolu bulunmaya çalışılıyor. Bazı oyuncular ellerindeki çantaları ne yapacaklarını düşünürken, Selma "O benim arkadaşım, merak etmeyin" diyerek elime birkaç çanta tutuşturuyor. Zaten beni aralarda sahne arkasında da gördükleri için içleri rahat. Kapı aralığından bizim kalabalığı görüyor olmamıza rağmen, bulunduğumuz yer loş olduğu için ben de rahatım, herşey kontrol altında... Oyuncular kapıdan göründüğü an itibariyle belki ancak yıllar önce Elvis'in konsere çıkarken karşılaştığı gibi bir çılgınlık çıkıyor ortaya. Abarttığımı düşünmeyin, orada olsaydınız bana hak verirdiniz. Ben o karambolde sessizce kenara çekilip beklemeye başlıyorum. Derken yanımdan koşarak geçen gruptan bir kız duruyor ve bana bakarak söylenmeye başlıyor:
"Aaaa, inanmıyorummm! Büşra'nın çantasıyla hırkası bu di mi, di mi!!! Yaaa, ben gördüm senii, bu onun hırkasııı! Aman Tanrım!..."
Yani, evet, bu onun çantası ve hırkası, da ne yapabilirim ki?...
Kızlar çantaya ve bana bakıyorlar, ben duymamış ve anlamamış gibi şaşkın şaşkın kafamı tavanda dolaştırıyorum. Hayır, durum da öylesine garip ki, ortada sadece iki seçenek var:
Birincisi, hırka ve çanta bana ait olabilir, ki bu seçeneği düşünmek bile istemiyorum!
İkinci seçenek de, hırka ve çanta kız arkadaşıma ait, ve ben artık kaç yaşında biriyle birlikteysem kız çığlıklar atarak oradaki kalabalığa karışmış! Evet, bu da hiç uygun bir durum değil!
Allahtan şanslı günümdeyim, ben ne yapacağımı ve kutsal emanetleri nasıl koruyacağımı düşünürken yanda Ersin ve kalabalık bir güruh beliriyor, kızlar "Eeersiiiinnn!" diye hedef değiştiriyorlar. Ben de fırsattan istifade hemen kapının kenarına ve karanlık bir bölgeye kaçıyorum. (Ve başıma ne iş açtıklarını unutmamak için Büşra'nın çantası ve hırkasını fotoğraflıyorum!:) )

Devamında ekiple yemek, If Performance Hall'da Bora Uzer izlemeye teşebbüs etmek, kalabalık ve birtakım sarhoş hayranlardan dolayı erkenden çıkmak durumunda kalmak, otel lobisinde geç saate kadar süren keyifli bir sohbet. Ve ekibin neden bu kadar başarılı olduğunu bir kez de "kamera arkası"ndan görmek, o derece yoğun tempoyu idare edebilmelerini ve çalışkanlıklarını takdir etmek...
Birkaç ismi yeri gelmişken yazmam gerek; Büşra, Oğuzhan, Eser, İbrahim, Zeynep ve Gülhan'a özel teşekkürler ve sevgiler samimiyetleri için... (Ve elbette Selma! Her zaman!)
Ve yine yeri gelmişken yapmadan geçmek istemediğim bir de BKM Mutfak eleştirisi; akraba, hemşehri, eş dost kontenjanından ekibe girenlerin (Ersin dışında) aralarında çok eğreti durduğunu düşünüyorum. Gerek sahnede, gerekse sahne arkasında...

Sezon finali yaptılar ama onlar boş durmayacaklar bu arada. Eser ve İbrahim'in öncülüğünde uzun zamandır akıllarında olan senaryoyu yazabilmek için birkaç haftalığına bir sahil kasabasına kapanmayı planlıyorlardı, umarım yapabilirler. Zira bu tempoyu yakalamışken iyi bir senaryoyla o rüzgarı arkalarına alarak kariyerlerinin en büyük adımlarını atmalılar, aksi takdirde ne bu rüzgarı ne de aynı ekip ruhunu bir daha bulamayacaklardır.

Bu durumda bana düşen, 2010'un da onların yılı olmasını dilemek...

17 Haziran 2009 Çarşamba

Mikrofon Kardeşliği!

Banu'yla birlikte program yapıyor olmamız, tamamen konuşma üzerine kurulu bir radyoda birbirimize sırtımızı çekinmeden dayayabiliyor olmamız boşuna değil... Programdan aldığımız keyif de, deneyimli konuklarımızdan duyduğumuz övgüler de aslında mikrofonun karşısına doğru insanla çıkmaya, uzun yıllara dayanan iş arkadaşlığına ve dostluğa dayanıyor...

Tozlu yapraklar şahittir:)