10 Ekim 2014 Cuma

Sır Tutabilir Misin?


İkibinli yılların başlarındayız.
Radyo Mydonose'da yayın yapmanın dışında yeni görevlerle de ilgileniyorum. Kısıtlı bir ekipten oluşan departmanımızla iki radyonun neredeyse tüm projelerini yürütmeye çalışıyoruz. Mütevazı olmaya niyetim yok, yaptığımız işlere şimdi dönüp de baktığımda aklım almıyor gerçekten. O kadarcık ekiple böyle büyük projeleri nasıl çıkartabildiğimize hala inanamıyorum! Cevap çok açık belki de; ben çok sevdiğim bir işi yapıyordum ve çok güvenebildiğim (esasında hayalleri tam olarak bu olmasa da, en azından beni mahcup etmemek adına) işleri aksaksız yürütebilmek için fedakarca çalışan ekip arkadaşlarım vardı. Doğruya doğru, ben “show business” işinde olmaktan delice keyif alıyordum (ki hala da öyle), onlar da birlikte bir şeyler yapıyor olmamızı seviyorlardı.
Birçok organizasyonla, radyonun uzun zamandır aşağıya doğru ivmelenmiş “rating”lerini tersine çevirmeyi başarmıştık. Çok sayıda etkinlikte adımız geçiyordu. Bazılarına sponsor oluyor, bazılarını bizzat biz yapıyorduk. Gerçekleştirdiğimiz partilerde o dünyaca ünlü meşhur DJ’lerden önce/sonra biz çalardık. Gerçekten çok eğlenceliydi, her nasıl olursa olsun sahnede olmak hep çok büyülüdür. Kaldı ki, o büyüyü bireysel olarak sahne arkasında da yaşıyorduk. Bu büyük partiler sırasında dünyaca ünlü pek çok DJ’le tanışabilmiştim. Hatta  etkinliklerimiz sebebiyle Türkiye’ye sık gelmeye başlamış olan bazılarıyla “naber panpa!” kıvamına yakın samimiyetlerimiz olmuştu!


İşte o gecelerden biri.
Bodrum’un ünlü kulüplerinden birinde sahne arkasındayız. Mekan gerçekten tıklım tıklım dolu, içeride kulüp DJ’i çalıyor. Birazdan önce ben, yaklaşık bir saat sonra da o DJ sırayla sahneye çıkacağız. Nedense o gün sessiz görünüyor. Farkettiğimi söylüyor ve sebebini soruyorum. “Oğlumu özledim” diyor bir çırpıda. Nasıl yani? Ama kimse bilmiyor onun bir çocuğu olduğunu! Nasıl da büyük bir haber, Entertainment Weekly havasındayım. Evliliği bile bilinmezken, o çocuğundan bahsediyor. “Bilmiyorsun tabi, neredeyse hiç kimse bilmiyor ki..” diyor. Daha da ileri gidip, bir süre önce boşandıklarını anlatıyor. Anlatmaya devam ettikçe cümle aralarına sıkıştırdıklarından, esasında zamanla tercihlerinin farklılığını keşfettiğini, sonunda bunu da açıkça eşiyle paylaştığını ve bu sebeple ayrıldıklarını anlıyorum. Üstüste bomba haberler! Konuşma sırasında menajeri katılıyor aramıza. O anlattıkça gözleri açılıyor. Kolundan tutup fısıldayarak “Ne yapıyorsun, bunları anlatmamalısın!” dediğini duyuyorum. “Ben ona güveniyorum.” diye cevaplıyor.
Mutlu oluyorum birden, gururlanıyorum açıkçası. Bir insanın güvenini kazanmış olmak, öylesine değerli ki!

Radyo ODTÜ’nün ilk yıllarındayız.
ODTÜ Radyo Topluluğu için etkinlikler düzenliyoruz. O dönemin kendi alanlarındaki birçok önemli ismini söyleşilere davet ederek kampüsle buluşturuyoruz. Herşey harika, keyfimiz çok yerinde. O isimleri öylesine iyi ağrılıyoruz ki, daha sonraları Ankara’ya yolları düştüğünde mutlaka bizi aramaya başlıyorlar. Onlardan biri de o dönemin televizyon yıldızlarından biri. O günlerde, dizilerdeki önemli isimlerden biriyle birlikte oldukları yönünde iddialar var ama gazeteciler onları bir türlü yakalayamıyor. Malum, şimdiki gibi değil o dönemler, zaten az sayıda yıldız isim var ve her adımları büyük haber değerinde.
Bir Ankara seyahati öncesi telefon açıyor ve görüşebileceğimizi söylüyor. Biz de ekipten bir arkadaşımla havaalanına onu karşılamaya gidiyoruz. Selamlaşma faslından sonra arabaya geçiyoruz. Biraz beklememizi istiyor. Birkaç dakika sonra sebebini anlıyoruz. O da ne! Uzaktan malum dizi yıldızı görünüyor, hızla gelerek arabamıza biniyor. Selamlaşıyoruz. Hareket ediyoruz ama şaşkınız tabi. O gün ülkede kaç tane magazin gazetecisi varsa, istisnasız hepsi bu haberin hayaliyle yaşıyor. Biraz sonra gülümsemeye başlıyorlar. “Çok mu şaşırdınız?” diyor. Aynı gülümsemeyi takınarak onaylıyoruz. “O zaman sizi daha da çok şaşırtalım mı? Biz evlendik!” Refleks olarak “Yok canım!” dediğimi hatırlıyorum. Vardı, yoktu, oldu, olmadı, derken çantasından evlilik cüzdanını çıkartıp uzatıyor. Gerçekten de evlenmişler! Memleketin magazin bombası yan koltuğumda oturuyor. Yalan yok, heyecanlanıyorum. Ama öylesine rahat paylaşıyor ki bunları, bize katıksız güvendiği çok açık.
Mutlu oluyorum birden, gururlanıyorum açıkçası. Bir insanın güvenini kazanmış olmak, öylesine değerli ki!

Dizi furyasının başladığı ilk dönemlerdeyiz.
Düşünün ki Seğmen Ağa popülaritesi henüz birkaç sene önce bitmiş ülkede! Yeni tanıdığımız kadın oyunculardan biri, zamanın en popüler dizisinde başrollerden birini oynuyor. Dizinin şöhreti sayesinde popülaritesi o kadar yüksek ki, çeşitli firmalarla sponsorluk anlaşmaları yapmış durumda. Onlardan birinin düzenlediği imza günü için Ankara’ya geliyorlar. O yıllardaki menajeri arkadaşım olduğu için onlarla önceden buluşuyorum. Etkinliğe kadar geçen süre içinde sohbetimiz de ilerliyor, samimi bir arkadaş ortamı oluşuyor. İmza günü etkinliği gerçekleşiyor. Son fotoğraflar da çekildikten sonra masadan kalkmadan önce bir çırpıda masadaki tükenmez kalemlere uzanıyor, bir tomarını çantasına atıyor. Fısıldayarak “Sen de alsana!” dediğini duyuyorum. Tavır çok garip, dahası kalemler de en uyduruk markette bile bulacağınız en en ucuzundan, özel bir ürün değil yani. Sonuçta ortada çok tatsız bir durum var. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemiyorum. Öyle kalakaldığımı gören arkadaşım yanıma yaklaşıp “Böyle bir huyu var, idare et.” diyor tedirginlikle. Ne büyük bir olay aslında. Acı bir gülümseme yapıştırıyorum yüzüme. İkimiz de bu konuyu bir daha hiç açmayacağımızı biliyoruz.
Mutlu oluyorum birden, gururlanıyorum açıkçası. Bir insanın güvenini kazanmış olmak, öylesine değerli ki!


Bu hikayeleri anlatmamın net bir sebebi var. Olaya ünlüler hakkında başkalarının bilmediklerini bilen insan profilinden bakmanızı istemem. Zira, sözkonusu o olduğunda, sanatçı menajerlerinin, basın danışmanlarının anlatacak ne büyük hikayeleri vardır ama bu durum, o mesleğin gereklerinden biridir, onlar zaten herşeyi bilen ama hiçbir şeyden bahsetmeyen insanlar olmak durumundadırlar. Bir zorunluluk halidir yani. Oysa, böyle bir pozisyonda değilken bazı şeyleri duymazdan, görmezden gelmek başka bir durumdur.

Sır tutabilmek dünyadaki en büyük erdemlerdendir. En dibindeki insan da olabilir, sadece birkaç dakika once tanıdığın biri de, farketmez, değeri değişmez. Bazen hissedersin çünkü; yeni tanıdığın birinin sadece bir bakışında bile ona güvenebileceğini, birkaç küçük ama önemli hikayeyi ona anlatmanın sana çok çok iyi geleceğini hissedersin. Yoktur bir mantığı ama bazı insanlarda vardır işte bu büyü. Hissedersin, güvenirsin ve paylaşırsın. İşte o yüzden, en dibindeki insan da olabilir, sadece birkaç dakika once tanıdığın biri de, farketmez, biri seninle bir sırrını paylaştıysa, o güvenin karşılığını vermen gerekir. İnsan olmak budur.
Ve esasında, bu kadar ağır bir yük olmasına rağmen, en basit insanlık sınavı budur.
Eğer sana bu değeri veren birine ihanet edersen, yaşamında yaptığın hiçbir “büyük”lük beş para etmez.

Unutma ki, inanıldığın kadar değerlisin, ederin kadar büyüksün.

Asla ucuz olma!.

(Hikayelerin kahramanlarının isimlerini paylaşmadığım için beni anlayacağınızı umuyorum...)