İkibinli
yılların başlarındayız.
Radyo Mydonose'da yayın yapmanın dışında yeni görevlerle de
ilgileniyorum. Kısıtlı bir ekipten oluşan departmanımızla iki radyonun
neredeyse tüm projelerini yürütmeye çalışıyoruz. Mütevazı olmaya niyetim yok,
yaptığımız işlere şimdi dönüp de baktığımda aklım almıyor gerçekten. O kadarcık
ekiple böyle büyük projeleri nasıl çıkartabildiğimize hala inanamıyorum! Cevap çok
açık belki de; ben çok sevdiğim bir işi yapıyordum ve çok güvenebildiğim
(esasında hayalleri tam olarak bu olmasa da, en azından beni mahcup etmemek adına) işleri aksaksız yürütebilmek için fedakarca çalışan ekip arkadaşlarım vardı. Doğruya
doğru, ben “show business” işinde olmaktan delice keyif alıyordum (ki hala da
öyle), onlar da birlikte bir şeyler yapıyor olmamızı seviyorlardı.
Birçok
organizasyonla, radyonun uzun zamandır aşağıya doğru ivmelenmiş “rating”lerini
tersine çevirmeyi başarmıştık. Çok sayıda etkinlikte adımız geçiyordu. Bazılarına
sponsor oluyor, bazılarını bizzat biz yapıyorduk. Gerçekleştirdiğimiz partilerde o dünyaca ünlü meşhur DJ’lerden önce/sonra biz çalardık. Gerçekten çok eğlenceliydi, her
nasıl olursa olsun sahnede olmak hep çok büyülüdür. Kaldı ki, o büyüyü bireysel olarak
sahne arkasında da yaşıyorduk. Bu büyük partiler sırasında dünyaca ünlü pek çok
DJ’le tanışabilmiştim. Hatta etkinliklerimiz
sebebiyle Türkiye’ye sık gelmeye başlamış olan bazılarıyla “naber panpa!” kıvamına
yakın samimiyetlerimiz olmuştu!
İşte
o gecelerden biri.
Bodrum’un
ünlü kulüplerinden birinde sahne arkasındayız. Mekan gerçekten tıklım tıklım
dolu, içeride kulüp DJ’i çalıyor. Birazdan önce ben, yaklaşık bir saat sonra da
o DJ sırayla sahneye çıkacağız. Nedense o gün sessiz görünüyor. Farkettiğimi
söylüyor ve sebebini soruyorum. “Oğlumu özledim” diyor bir çırpıda. Nasıl yani?
Ama kimse bilmiyor onun bir çocuğu olduğunu! Nasıl da büyük bir haber,
Entertainment Weekly havasındayım. Evliliği bile bilinmezken, o çocuğundan
bahsediyor. “Bilmiyorsun tabi, neredeyse hiç kimse bilmiyor ki..” diyor. Daha da
ileri gidip, bir süre önce boşandıklarını anlatıyor. Anlatmaya devam ettikçe cümle
aralarına sıkıştırdıklarından, esasında zamanla tercihlerinin farklılığını
keşfettiğini, sonunda bunu da açıkça eşiyle paylaştığını ve bu sebeple
ayrıldıklarını anlıyorum. Üstüste bomba haberler! Konuşma sırasında menajeri
katılıyor aramıza. O anlattıkça gözleri açılıyor. Kolundan tutup fısıldayarak “Ne
yapıyorsun, bunları anlatmamalısın!” dediğini duyuyorum. “Ben ona güveniyorum.”
diye cevaplıyor.
Mutlu oluyorum birden, gururlanıyorum açıkçası. Bir insanın
güvenini kazanmış olmak, öylesine değerli ki!
Radyo
ODTÜ’nün ilk yıllarındayız.
ODTÜ
Radyo Topluluğu için etkinlikler düzenliyoruz. O dönemin kendi alanlarındaki
birçok önemli ismini söyleşilere davet ederek kampüsle buluşturuyoruz. Herşey
harika, keyfimiz çok yerinde. O isimleri öylesine iyi ağrılıyoruz ki, daha
sonraları Ankara’ya yolları düştüğünde mutlaka bizi aramaya başlıyorlar. Onlardan
biri de o dönemin televizyon yıldızlarından biri. O günlerde, dizilerdeki önemli
isimlerden biriyle birlikte oldukları yönünde iddialar var ama gazeteciler
onları bir türlü yakalayamıyor. Malum, şimdiki gibi değil o dönemler, zaten az
sayıda yıldız isim var ve her adımları büyük haber değerinde.
Bir
Ankara seyahati öncesi telefon açıyor ve görüşebileceğimizi söylüyor. Biz de
ekipten bir arkadaşımla havaalanına onu karşılamaya gidiyoruz. Selamlaşma
faslından sonra arabaya geçiyoruz. Biraz beklememizi istiyor. Birkaç
dakika sonra sebebini anlıyoruz. O da ne! Uzaktan malum dizi yıldızı görünüyor,
hızla gelerek arabamıza biniyor. Selamlaşıyoruz. Hareket ediyoruz ama şaşkınız
tabi. O gün ülkede kaç tane magazin gazetecisi varsa, istisnasız hepsi bu
haberin hayaliyle yaşıyor. Biraz sonra gülümsemeye başlıyorlar. “Çok mu
şaşırdınız?” diyor. Aynı gülümsemeyi takınarak onaylıyoruz. “O zaman sizi daha da çok
şaşırtalım mı? Biz evlendik!” Refleks olarak “Yok canım!” dediğimi
hatırlıyorum. Vardı, yoktu, oldu, olmadı, derken çantasından evlilik cüzdanını
çıkartıp uzatıyor. Gerçekten de evlenmişler! Memleketin magazin bombası yan
koltuğumda oturuyor. Yalan yok, heyecanlanıyorum. Ama öylesine rahat paylaşıyor
ki bunları, bize katıksız güvendiği çok açık.
Mutlu oluyorum birden, gururlanıyorum
açıkçası. Bir insanın güvenini kazanmış olmak, öylesine değerli ki!
Dizi furyasının başladığı ilk dönemlerdeyiz.
Düşünün ki
Seğmen Ağa popülaritesi henüz birkaç sene önce bitmiş ülkede! Yeni tanıdığımız kadın oyunculardan
biri, zamanın en popüler dizisinde başrollerden birini oynuyor. Dizinin şöhreti
sayesinde popülaritesi o kadar yüksek ki, çeşitli firmalarla sponsorluk
anlaşmaları yapmış durumda. Onlardan birinin düzenlediği imza günü için
Ankara’ya geliyorlar. O yıllardaki menajeri arkadaşım olduğu için onlarla önceden
buluşuyorum. Etkinliğe kadar geçen süre içinde sohbetimiz de ilerliyor, samimi
bir arkadaş ortamı oluşuyor. İmza günü etkinliği gerçekleşiyor. Son fotoğraflar
da çekildikten sonra masadan kalkmadan önce bir çırpıda masadaki tükenmez
kalemlere uzanıyor, bir tomarını çantasına atıyor. Fısıldayarak “Sen de alsana!”
dediğini duyuyorum. Tavır çok garip, dahası kalemler de en uyduruk markette
bile bulacağınız en en ucuzundan, özel bir ürün değil yani. Sonuçta ortada çok tatsız bir durum var. Şaşkınlıktan
ne yapacağımı bilemiyorum. Öyle kalakaldığımı gören arkadaşım yanıma yaklaşıp “Böyle
bir huyu var, idare et.” diyor tedirginlikle. Ne büyük bir olay aslında. Acı
bir gülümseme yapıştırıyorum yüzüme. İkimiz de bu konuyu bir daha hiç
açmayacağımızı biliyoruz.
Mutlu oluyorum birden, gururlanıyorum açıkçası. Bir
insanın güvenini kazanmış olmak, öylesine değerli ki!
Bu hikayeleri anlatmamın net bir sebebi var. Olaya
ünlüler hakkında başkalarının bilmediklerini bilen insan profilinden bakmanızı
istemem. Zira, sözkonusu o olduğunda, sanatçı menajerlerinin, basın
danışmanlarının anlatacak ne büyük hikayeleri vardır ama bu durum, o mesleğin
gereklerinden biridir, onlar zaten herşeyi bilen ama hiçbir şeyden bahsetmeyen
insanlar olmak durumundadırlar. Bir zorunluluk halidir yani. Oysa, böyle bir
pozisyonda değilken bazı şeyleri duymazdan, görmezden gelmek başka bir
durumdur.
Sır tutabilmek dünyadaki en büyük erdemlerdendir. En dibindeki insan
da olabilir, sadece birkaç dakika once tanıdığın biri de, farketmez,
değeri değişmez. Bazen hissedersin çünkü; yeni tanıdığın birinin sadece bir
bakışında bile ona güvenebileceğini, birkaç küçük ama önemli hikayeyi ona
anlatmanın sana çok çok iyi geleceğini hissedersin. Yoktur bir mantığı ama bazı
insanlarda vardır işte bu büyü. Hissedersin, güvenirsin ve paylaşırsın. İşte o
yüzden, en dibindeki insan da olabilir, sadece birkaç dakika once tanıdığın
biri de, farketmez, biri seninle bir sırrını paylaştıysa, o güvenin karşılığını
vermen gerekir. İnsan olmak budur.
Ve esasında, bu kadar ağır bir yük olmasına rağmen, en
basit insanlık sınavı budur.
Eğer sana bu değeri veren birine ihanet edersen,
yaşamında yaptığın hiçbir “büyük”lük beş para etmez.
Unutma ki, inanıldığın kadar değerlisin, ederin kadar
büyüksün.
Asla ucuz olma!.
(Hikayelerin kahramanlarının isimlerini paylaşmadığım için beni anlayacağınızı umuyorum...)