Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2007 Pazartesi

Senfonik Şebnem

Ben bu kadını seviyorum... Ben bu kadının yaptığı işleri seviyorum... Ama bu ikisinden daha önemli olan şu ki; ben bu kadının işini yapma tarzını seviyorum...

İlk albümü çıktığında bir arkadaşım öylesine çok seviyordu ki onu, sürekli kulağında walkman kulaklığı onun şarkılarını dinleyerek dolaşırdı.. Ben de onun yanında dinleye dinleye meraklanıp almıştım albümü. Herkesin bildiği "Bu aşk fazla sana", "Vazgeçtim dünyadan" ve "Fırtına" gibilerinin yanında, "Deli Kızım Uyan" ve "Yağmurlar"a takılmıştık biz.

Sonrasında devamı geldi.. Şebnem iyi şarkılar, başarılı albümler ve iyi bir pazarlama stratejisinin yanında, bir rock yıldızının nasıl yaşaması gerektiğini çok iyi özümseyerek kendini medyadan uzak tuttu. Belki de bu yüzden onun daha sağlam bir hayran kitlesi oluştu, ve belki de bu yüzden insanlar onu daha yakından tanıyabilmek, dudaklarından dökülecek üçbeş özel cümleyi duyabilmek için konserlerine akın ettiler... Ve tabi ki diğerlerinden çok farklı ve başarılı çizgideki konser performansları için...

Geçmişi fazla uzatmamalı; Şebnem, 10 Mart 2007'de Bostancı gösteri Merkezi'nde "İstanbul Symphonic Project"le birlikte verdiği eşsiz konserin CD'sini ve DVD'sini piyasaya çıkardı. Bu tür konerlerden bazılarının organizasyonunda bulunmuş biri olarak ön hazırlık döneminin ne kadar ciddi ve zorlu geçtiğini, dolayısıyla tüm ekibin işi ne kadar ciddiye alması gerektiğini çekinmeden söyleyebilirim. Şenem'in bu işi ne kadar ciddiye aldığını görmeniz için de onun menajeriyle tanışmanız fazlasıyla yetecektir... Yapılacak olanın sadece bir konser vermek değil, bunun yanında o performansı kaydetmek, bir albüm ve DVD olarak ortaya çıkarmak... Belki de Türkiye'de bu tür işlerin başarıyla yapılmasına pek alışık olmadığımız için bu çalışmayı ayrı bir yere koymak istiyorum ve bence hem DVD albüm, hem de bu CD kendisine Türkiye müzik tarihinde çok özel bir yer edinecek... Şarkıların seçiminden, kayıt kalitesine, seyircinin katılımından Şebnem'in heyecanına kadar dört dörtlük bir performans ve o peformansın sunumu var bu albümde...

Şebnem Ferah NTV'de "24 Saat" programında Banu Güven'in konuğu olmuş ve bu projeyi anlatmıştı:







(Konsere ait alttaki fotoğraf Şebnem Ferah Fan Sitesi seboist.com'dan alıntı.)


Öte yandan benim gibi "Bugün" ve "Sigara" tutkunlarını da fazlasıyla memnun edecek yorumlar gerçekten çok etkileyici... Bir de özellikle "Babam, Oğlum";

"sevgilim ve dostum
babam, oğlum
arkadaşım, aşkım
her şeyimdin sen

çok zaman geçti gitti ikimizden
özür dilerim seni üzdüysem
sadece dinle hiçbir şey düşünmeden
şimdi bunlar geldi içimden

bu akşam seni çok özledim
bütün şarabı tek başıma içtim
kırgınlığım bile geçti kalmadı
şimdi bunlar geldi içimden..."

12 Eylül 2007 Çarşamba

Madonna Drowned World Tour 2001

Konserlerindeki performansıyla bilinen Madonna, 1993 yılındaki "The Girlie Show"dan sonra uzun bir süre turneye çıkmaz... Herkes yeni bir "girlie show" beklerken, o 2001 yılında "Drowned World Tour"u sahneye koyar.
Madonna'dan zaten iyi bir performans bekleniyordur, ama o en yüksek beklentilerin bile üzerine çıkmasıyla, ve daha da önemlisi "sıradışı"lıkta sınır tanımamasıyla bilnen bir isimdir. Amerika ve Avrupa'daki yüzbinlerce kişi "sold-out" konserlerde tarihe geçecek sahneleri izlerler..

11 Eylül günü Los Angeles'ta gerçekleşecek olan konser İkiz Kulelere yapılan saldırılar sebebiyle ertelenir, ancak o tarihe kadar yaklaşık 3 ay boyunca (üstelik bebeği yeni doğmuş olmasına rağmen) konserler aralıksız devam eder.

Konserde neredeyse her şarkı için özel olarak hazırlanmış koreografiler vardır ama asıl olarak 4 bölüm göze çarpar... Madonna sahneye bir punk yıldızı gibi çıkar ve yeni albümünden şarkılar söyler önce, ardından Frozen'ın olağanüstü görselliğiyle birlikte bir geyşa ruhu görülür... Son albümün eğlenceli şarkılarında kasaba kızı olan Madonna, kısa bir İspanyol arasından sonra Holiday ve Music'le görkemli bir kapanış yapar...
Aslında anafikir, Madonna'nın her türdeki dans, şarkı söyleme ve show yeteneğinin sahneye koyulmasıdır...

Bu konserin DVD'si Türkiye'de de satışta ve konunun ilgililerinin mutlaka arşivinde bulunması gerekiyor... Yapılacak olan ise şudur; zaman zaman arşivdeki DVD alınır, izlenir, Madonna'ya ve onun sahnedeki gücüne bir kez daha hayran kalınır... Ama özellikle bir şarkının (aşağıda göreceğiniz) bu konserdeki yorumu mutlaka arka arkaya birkaç defayı hakedecektir... Ardından da o meşhur söze "evet" denir:

"There is no business like show business!..."

10 Eylül 2007 Pazartesi

Beytepe Açıkhava Tiyatrosu ve Levent Yüksel

Amaç önemli, Türkiye Meme Vakfı'na yardım amacıyla yapılan bir konser... İsmi konsepte çok uygun, "Kadın Şarkıları"yla Levent Yüksel... Mekan yeni ve dikkat çekici, Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü Açıkhava Tiyatrosu... Organizasyon başarılı, Gazosmanpaşa Rotary Kulübü genç ve istekli bir ekiple düzenliyor...
9 Eylül Pazar gecesinin başlıklarla hikayesi böyle..
Önce mekan...
Hacettepe Üniversitesi gerçekten Ankara için muhteşem bir yenilik yapmış. 7500 kişi kapasiteli Açıkhava Tiyatrosu başkentin önemli bir eksiğini giderecek ve (eğer birçok üniversitenin yaptığı gibi mekanı önemli organizasyonlara verirken akılalmaz taleplerde bulunmazlarsa) Ankara izleyicisi tam bir "festival alanı"nda keyifli etkinliklere katılabilecekler... Birkaç eksiklik var tabi; şehirden uzaklığı, tamamı mermerden yapılmış alanın oturma gruplarının ihmal edilmiş olması (belki pratik olması planlanmış ama sözgelimi tahta oturma grupları düzenlenebilirmiş... gerçi bu haliyle de 1 YTL'den dışarıda yüzüne bakılmayan oturma zamazingoları satmak akıllıca bir ticari adım ama...), ve giriş kapılarının sistemli çalışamaması göze çarpanlardı... Ama, eğer iyi kullanılırsa, şu anda büyük konserler için Ankara'nın en doğru adresi olarak görünüyor...

Levent Yüksel...
Onun işine hakimiyetine ve saygısına hiçkimsenin yorum yapabileceğini zannetmiyorum. "İnsanlık" tarafı ise "iyi çocuk" olmanın ötesinde, bilenler biliyor... bu konsere hiç para almadan çıktı örneğin. Sahnede şarkıları kimi zaman albümlerden bile daha iyi söylediği de bir gerçek, ama sanki üzerine yapışmış o "efendi çocuk" etiketi onu sahnede biraz küçültüyor, profesyonelce yaptığı "bennn" numaraları biraz eğreti duruyor gibi... (Maalesef bu dünyada "iyi" olmanın bedeli her yerde "kötü" olmaktan çok daha ağır...)

Güzel bir akşamda Levent Yüksel şarkıları -beklediğim gibi- bana biraz ağır geldi ve sadece yarım saat izledim, ama şundan eminim ki böyle gecelerin tadı tamamen yanında kim olduğuna göre değişiyor:)

Bir de kafama takılan son bir not;
insanlar ne zamandan bu yana kafalarına ışıklı boynuzlar takma konusunda bu kadar meraklı olmaya başladılar, ya da masumca sormak gerekirse, bu iş ne zaman bu kadar moda oldu???

7 Eylül 2007 Cuma

David Vendetta

Unidos Para La Musica, Love To Love You Baby, Break 4 Love...
Bu şarkılardan herhangi biri tanıdık geldiyse ve sizin için de birşeyler ifade ediyorsa anlatacak çok şeyim yok... Ama tanımayanlar için biraz iddialı bir yorum yapalım, 2007 yılının müzik adına en büyük yıldızlarından biri o kesinlikle. Aslında çok iddialı şarkılar, listlerde haftalarca kalmış parçalar yaptığı için değil, aksine 70lerden 80lerden aklımızda kalan ritmleri 2000lerin anlamsız müziğiyle çok güzel kaynaştırdığı, "insanın kafasını patlatmayan remixler" yapabildiği için...

Hit dans müziği çalan herhangi bir radyoyu birkaç saat dinlerseniz kesinlikle onun şarkılarından birini duyacak, müzik kanallarını birkaç saat izlerseniz onun kliplerinden birini izleyeceksiniz zaten. Ben bilindik şarkılarının dışına çıkıp -henüz "official" klibi yayınlanmamış olsa da- amatör bir "Bleeding Heart" videosu ekliyorum buraya. David Vendetta'ya vokalde muhteşem buğulu sesiyle Rachael Starr eşlik ediyor, ve -tamamen kişisel yorumumdur- parça aslında 4. dakikadan itibaren gerçek havasını bulmaya başlıyor... (Bu yaz İstanbul'a ve birkaç sahil beldesine konuk olan David Vendetta'nın Mart 2008'de İstanbul'da olacağını da meraklıları için not düşelim bu arada...)

20 Temmuz 2007 Cuma

With Or Without You

Çocukluktan gençliğe geçiş dönemini, ya da moda deyimle "ilkgençlik yılları"nı arsız bir U2 bağımlısı olarak geçirenlerdenim... O yüzden onların konser kayıtlarını izlemek hala benzersiz bir keyiftir benim için... (Ve, eğer birgün birileri onları Türkiye'de konser vermeye ikna etmiş olacaksa, emin olun ki o ekipte ben de olacağım!!!)

Aşağıda ekşisözlük'ten alınma bir u2 yazısı, devamında da "U2-Elevation" turnesinin "Live in Boston" adıyla DVD'si de yayınlanan kayıtlarından yazıda anlatılan hikayesi var...

Ben her izlediğimde, hala aynı heyecanı duyuyorsam, aynı heyecanı paylaşan birileri vardır sanırım;
öyleyse sizi aşağıya alalım:

yıllar geçiyor, herşey eskiyor ama u2 hep aynı tazelikte kalıyor...
2001’in 6 haziran’ı...
boston, massachusetts...
u2, elevation turnesi...
turnenin çok özel bir anlamı var aslında... daha önceki iki turne ağırlıklı olarak sahne şovlarına yönelik görsel performanslardan oluştuğu için , grup üyeleri ve organizatörler u2’yu yeniden hayranlarıyla –bono’nun deyimiyle yaşam kaynaklarıyla- buluşturmak, ve aslında bir anlamda u2’nun (sadece) müzik kalitesini öne çıkarmak istiyorlar... görsel performansların değil, bono’nun, the edge’in, adam clayton’ın, larry mullen’ın enerjilerinin şovu olacak yani bu...
gerçekten de konser u2’nun sıkı müzikleriyle süsleniyor... elektronik değil, gerçek gitar sesleri çoşturuyor boston kalabalığını; herkes memnun halinden yani, fazlasıyla...
tam bitti derken konser, protest bir bis sürpriziyle karşılaşıyor izleyiciler; bullet the blue sky’la sinirler geriliyor, ortalık kızışıyor, tempo artıyor... sert bir finalle parça bitiyor... sessizlik... karanlık...
ve the edge’in gitarından duyulan bilindik tınılar; with or without you’nun ilk notaları... az önceki çığlıklardan eser yok bilmemkaçbin kişilik salonda, herkes suspus, çünkü hepsi gayet iyi biliyorlar ki bu bir keşif parçasıdır...aradaki bir tek nefes, bir tek kelime, bastan gelecek bir tek nota, eklenecek bir tek davul darbesi yepyeni şeyler anlatmaya başlayabilir bu şarkıda...
bono seyircilerin yanına kadar geliyor, mırıldanmaya başlıyor;
“see the stone set in your eyes,
see the thorn twist in your side,
i'll wait for you...”
gözleri en önde ağlayarak onu izleyen hayranlarında; kimbilir kaç saat önce geldiler orada, en önde olabilmek için... bono elini uzatıyor, genç kızın elini tutuyor... bu bile yeterliyken aslında genç kızın yaşam öyküsünü değiştirmeye, kendine doğru çekiyor bono onu... bodyguard kızı kucaklıyor ve sahneye çıkartıyor... bono sırtüstü uzanıyor sahneye, genç kızı yanına yatırıyor... kızın gözleri sırılsıklam, pırıl pırıl... şarkı devam ediyor;
“through the storm we reach the shore,
you give it all but i want more,
and i'm waiting for you”
bono dirseğinin üzerinde doğrularak kıza bakıyor; sanki onbinlerce kişinin önünde sahnede değiller de, evlerinin oturma odasında müzik dinliyorlar gibi... kız o kadar heyecanlı, o kadar mutlu ki, farkında bile değil olanların... bono hafifçe gülümsüyor, kollarıyla göğsüne çekiyor kızı... kızın heyecandan nefes alışının ne kadar da hızlandığı ancak o zaman anlaşılıyor zaten... şarkı devam ediyor:
“and you give yourself away
and you give yourself away
and you give
and you give
and you give yourself away”
salondaki dev ekranlarda önce bono’nun yıllardan yorgun düşmüş yüz hatları, sonra da genç kızın pürüzsüz, taptaze cildi görünüyor... bono kıza yaklaşıyor, dudaklarına küçücük bir öpücük konduruyor... kimbilir, belki dokunmuyor bile, ama bu bile o ana kadar sessizce şarkıya eşlik etmekle yetinen onbinlerce kişinin birden salonu çığlıklara boğmasına yetiyor... çünkü bütün kadınlar bono’ya bir kez daha aşık oluyor, çünkü bütün erkeklerin kıskançlığı ikiye katlanıyor...
sahnedeki genç kız dayanamayıp artık gözlerini kaparken tir tir titreyerek, bono onun elini alıyor, kendine çekiyor, bir öpücükle ödüllendirerek ellerini, onu tekrar bodyguarda teslim ediyor...
salondaki herkes bu sahneye kendi anısını yüklüyor, müzik tarihine yeni bir sayfa ekleniyor...
çığlıklar yıkarken salonu,
şarkı devam ediyor;
“with or without you
with or without you
i can't live
with or without you”

aslında zaten bono bu yüzden bono oluyor, u2 bu yüzden yıllar geçmesine rağmen hep u2 olarak kalıyor...
bize de başladığımız cümleye dönmek düşüyor;
yıllar geçiyor, herşey eskiyor ama u2 hep aynı tazelikte kalıyor...

(hoba, 30.12.2004 23:27 ~ 23:29)

18 Temmuz 2007 Çarşamba

Emre Aydın

Sözün tam olarak nasıl olduğunu hatırlamıyorum, aramaya da üşendim nedense; keçilerle koyunlardan biri olmuyordu, olana da "abdurrahman çelebi" diyorlardı...

Biraz garip bir giriş olduğunun farkındayım, ama bir konser gecesi sahne arkasında böyle tanımlamıştı müzik dünyasının "popüler" isimlerinden biri onu... benim ciddiye aldığım yorum ise bir organizasyon şirketi yetkilisinden gelmişti: "bu yıl para kazandıran bir tek isim var, o da
Emre Aydın!..."

Sesini biraz "uç" kullanması, şarkı sözlerinin fazla "ağlak" olması, röportajlarında hep abartılı karamsarlık tablosu çizmesi gibi kimilerini çok rahatsız eden handikaplar sıralanabilir, ama benim son aylarda en çok keyif alarak dinlediklerimin arasında onun şarkıları da var...

Herkes onu "afilli yalnızlık"la tanıdı; bana sorarsanız hala keşfedilmeyi bekleyen "ve gülümse şimdi" ve "bu kez anladım" gibi iki muhteşem şarkı var... Bu tarza ilgi duyanlar hala keşfetmedilerse mutlaka bu şarkıları edinmeliler...

Ancak, bu yazı onun "en" şarkısını anarak bitmeli:
"
eternal sunshine of the spotless mind"ı benim gibi defalarca izlediyseniz, filmden görüntüler eşliğinde dinleyeceğiniz "belki bir gün özlersin" kolay kolay aklınızdan çıkmayacak...

27 Mart 2007 Salı

Rock Swings

Şimdi muhteşem bir albümden bahsediyorum size;

Paul Anka - Rock Swings...

Paul Anka müziğini sevenler zaten bu albüme de bayılacaklar, ama onunla haşır neşir olmayanları da eğlendirecek şeyler var bu albümde... Lioenl Richie-Hello, Oasis-Wonderwall, bon jovi-it's my life, van halen-jump ve daha birçok şarkının "Paul Anka yorumları"nı dinleyeceksiniz bu albümde, ve gerçekten çok keyif alacaksınız...

Müzikal olarak sevip sevmeyeceğinizin garantisini veremem, ama sözgelimi bir Pazar sabahı kahvaltı yaparken fonda bu albüm varsa, gülümseyeceğinizin garantisini veririm...

Smells like teen spirit bile var, bayılacaksınız...

7 Şubat 2007 Çarşamba

Aydilge

EMI Music'ten sürekli bültenler gelir adresime... Önceleri oradan aşinalık oluşmuştu onun adına... Daha sonra basın sponsorluğunu yaptığımız AnkiRockFest'in katılımcılarından biri olarak görmüştüm... Ama hiç dinlememiş, aslında dinlemeye de gerek duymamıştım nedense...

Derken İstanbul'daki Gepgenç Festival'in sponsoru olduk. Bilgi Üniversitesi tarafından organize edilen festivalle yaptığımız anlaşma gereği kapanış partisinde DJ'lik yapmam gerekiyordu. 10 Aralık Pazar günü partide çalmak için Studio Live'a ulaştığımda benim dışımdaki program konusunda inanın hiçbir fikrim yoktu, tüm akışı unutmuştum.

İşte Aydilge'yi ilk defa orada dinledim. Önceleri sahnedeki kıpır kıpır genç kız ilgimi çekti (hayır, tahmin ettiğiniz gibi değil, gerçekten çok pozitifti sahnede...), ardından da şarkıları... İlk defa dinlediğim şarkılarını çok beğendim, ve Ankara'ya döner dönmez yaptığım ilk şey albümü telefonuma yükleyerek dinlemeye başlamak oldu...

Belki sözler herkesi tatmin etmeyebilir, belki besteler kimilerine zayıf gelebilir, ve birçok yerde söylendiği gibi belki Aydilge'nin sesi sizi rahatsız bile edebilir, ama canlı performansını gördükten sonra inanılmaz bir keyifle dinlemeye başlıyorsunuz "Küçük Şarkılar Evreni"ni...

(Meraklısına bir not; Aydilge Sarp'ın daha önce yayınlanmış "Bulimia Sokağı" ve "Altın Aşk Vuruşu" adında iki kitabı var...)

30 Ocak 2007 Salı

Smokie

Uzunca bir zamandır yazamadım, böyle giderse bir o kadar daha yazamam sanırım... Bu yüzden hazır bir ara yakalamışken, yazabildiğim kadar anlatayım neler olmuş dedim. hemen düşününce aklıma gelen birkaç ayrıntıyı anlatmak niyetindeyim, tabi aklıma geldikçe, ve yazabildiğimce...

Neler yaptım bunca zaman; evet hayatım İstanbul Ankara arasında mekik dokuyarak geçti, araya bir de Antalya ekleyebiliriz... Radyonun işlerinin yoğunluğunu da eklediğimiz zaman nefes almadan geçmiş bir "yılın son iki ayı"ndan bahsedebilirim... Ayrıca bu süreç sonunda Istanbul'a yerleşme sebeplerimin ben istemesem de hızla arttığını, çok yakında bunu ciddi ciddi düşünmeye başlayacağımı da eklemeliyim...:)

Nereden başlamalı acaba...

En tarihi olanı anlatayım; Antalya'daki muhteşem Smokie konserini...

Antalya'da daha önceki seyahatler sırasında BeachPark yakınlarında dikkatimi çeken bir mekandı Jolly Joker Pub. Smokie vesilesiyle mekanı görmüş oldum. Ankara'daki Newcastle'lar havasında bir pub, ama gerçekten çok başarılı. Eski Ankara'lı Hakan işletiyor mekanı ve çok ciddi bir yatırımla dikkat çekici bir hale geliş mekan... (ben her zamanki gibi iş peşinde koşturduğum için mekanın içinin fotoğraflarını çekmek aklıma gelmedi, dışarıdan bol Mydonose balonlu fotoğraflarla idare edeceksiniz.)

Konsere gelince... Aslında takipçiler bilir, grupta gitarist dışında hiçkimse orjinal Smokie elemanı değil, ama vokalden enstrümanlara kadar herşey dört dörtlük. I'll meet you at midnight, Livin' next door to Alice, Oh Carol ve daha birçok Smokie şarkısı, muhteşem bir sahne performansı ve muhteşem bir kitle...

Geriye kalan iki şey var aklımda; Antalya'da mutlaka daha fazla organizasyon gerçekleştirmek, ve yaz mevsimi dışında da zaman zaman Antalya'ya gitmek... (hatta mümkünse bir kış tatili için Antalya'ya yol almak, The Marmara'da huzurlu bir kaçamak yapmak...)

İstanbul seyahatlerinden akılda kalanlardan birkaç not; Hisar'daki Cafe Nar'dan bahsetmeliyim, ama orayı fotoğraflarıyla ve daha ayrıntılı anlatmayı planlıyorum... Ankara kökenli bir ailenin işlettiği cafe gerçekten harika... Hem çalışanların ilgisi, hem de yemekleriz lezzeti karşı konulmaz güzellikte... Ama bunların yanında bizim anılarımızda yer edinen, burnumun dibinde Bergüzar Korel kahvaltı yaparken işletmecilerin "aaa, bakın burada ünlü bir konuğumuz var, Mydonose'dan Selim burada" demesiydi... Ne kadar güldük eğlendik siz tahmin edin:) Yolunuz düşerse mutlaka orada bir Pazar kahvaltısı tavsiye ediyorum, fotoğraflar ve ayrıntı ilk Istanbul seyahatimin ardından gelecek...


Yılın sonuna doğru bir kez daha Anadolu Üniversitesi'ne davet edildik. Yonca, Kemal ve ben oldukça kalabalık bir söyleşide gençlerin sorularını cevapladık (bu "gençlerin" tabirini de biryerde kullanmış oldum ya, sırtım yere gelmez benim artık!!!). Oldukça iyi ağırlandığımız ve çok misafirperver bir ekiple karşılaştığımız bu ziyareti akşam saatlerindeki unutulmaz çiğ börek ziyafetiyle tamamlamış olduk. Bu vesileyle Özlem Hanım'a ve tüm Radyo A ekibine de teşekkürlerimizi iletmek isterim...

Yılbaşı gecesi yine çalışıyordum... Ankara Hilton'daki Doritos New Year Party'de hem sponsor olduğumuz için, hem de DJ'lik yapacağım için sürekli koştururken görüldüm:) Bir de üstüne kullanılan ekipmandaki ufak aksaklık ve biraz kayan program akışı sonrasında saat 12'de kendimi elimde mikrofon, sahnede herkese geri sayım yaptırırken buldum... Sözde sahneye çıkmaktan, ön planda olmaktan hoşlanmayan adamım, buyrun buradan alın bakalım:) Yine de keyifli bir parti olduğunu söyleyebilirim. Bir de gece saat 5'e doğru eve dönerken kendimi koruyabilseydim, yılın ilk 3 gününü yataklarda sürünerek geçirmeyecektim:)


Bir de teknolojik not; telefon merakım yakınımdakiler tarafından bilinir. Aslında Sony Ericsson W800i aldığımda benim için nokta koyulmuştu, ama telefonumun çalınması, ardından aldığımın çabucak bozulması derken Nokia'ya dönmüştüm... Ama itiraf ediyorum, N72'yi aldığım an itibariyle yeniden Sony'nin Walkman telefonlarına dönme hayali kurdum ve gözüme kestirdiğim W850i'nin çıkışını beklemeye başladım. Sanırım Türkiye'de bu telefonu alan ilk kişilerden biriyim, o derece emindim tam istediğim gibi bir telefon olduğundan... Şu anda Sony Ericsson W850i kullanıyorum ve son derece memnunum. Elbette herkesin istekleri başkadır, ama bu aralar kararsız kalanlara mutlaka bu telefonu incelemelerini öneririm...

Gündüzlerim bu aralar radyo yoğunluğundan dolayı pek nefes almadan geçiyor... Akşamları arada derede kaçamak yapabilirsem bir yemek, kahve zamanı ayırıyorum kendime... Hoş, Selen ve Zeynep tarafından hayatımda hiçbirkadın tarafından reddedilmediğim kadar çok reddedildiğimi de eklemeliyim bu noktada ama:)) (anladınız siz, hep mi işi olur insanın yahu!!!) Bazı akşamları kendime saklıyorum (Moulin Rouge ve City of Angels izlenerek, hafif çakırkeyif bir akşam, yanında da başka kimsnein anlayamayacağı bir boyutta senin için önemli biriyle geçirilirse keyfin yerinde olmaz mı...) (evet, biraz gizem yaptım eğlence olsun diye...)



aslında anlatacağım şu; eve gittiğim zamanlarda hayatım tamamen şu yandaki ufaklıkla geçiyor bu aralar, ve dünyanın en güzel şeyinin ne olduğunu hatırlıyorum yeniden... (bu benim yeğenlerimden küçük olanı, Elif...) ha, tabi bir de zamane dünyasında bir kız çocuğu büyütmenin ne zor olduğunu...
Şimdlik bu kadar, aslında çok şey var anlatacak, aklıma geldikçe sıralarım...
Tüm ziyaretçilere bir kez daha merhaba demiş olayım bu arada...

30 Ekim 2006 Pazartesi

Portecho


Bugünlerde en fazla dinlediğim isim Portecho...
En baştan belirtmeliyim, elektronik müzik sevmeyenler hayal kırıklığı yaşayabilir, ama özellikle seksenlerin müziği ve Depeche Mode, Camouflage gibi isimlerin müziklerini özleyenler için bulunmaz bir nimet. (altyapılı versiyonlar diyebiliriz bir nevi...)

Şarkılar zaten güzel, ama albüm fotoğraflarından, pazarlama stratejisine kadar herşey gerçekten çok şık... Oğuz'un şirketi Elec-trip Records bu işi gerçekten çok iyi götürüyor bence...
(Bu arada Oğuz Kaplangı'nın benim bu işlere bulaşma aşamamda en büyük destekçim olduğumu, ve şu piyasada halen -pek görüşemesek de- en sevdiğim adam olarak yerini koruduğunu söylemeden geçmemeliyim... Eşi Çiğdem'le birlikte ikisine de bu vesileyle buradan selamlar...)

29 Ekim 2006 Pazar

Uzman Selim

Son zamanlarda en çok eğlendiğimiz olaylardan biri;

Özellikle hanımlar InStyle dergisini biliyorlardır... Amerika'da oldukça popüler bir kadın dergisi olan InStyle bir süredir Vatan Dergi grubu aracılığıyla Türkiye'de de çıkıyor.


Derginin Ekim sayısının ana konsepti "En Seksi Ne" olarak belirlenmiş. Sayfalar ilerledikçe çeşitli uzmanlardan alınan fikirlerle oluşan "Hayatınızı Hareketlendirin" bölümü başlıyor:


ve bir sayfa daha çevirdiğinizde bakın müzikle ilgili karşınıza ne çıkıyor (uzman isimlere dikkat!):


Uzmanlık alanımı basın da keşfetmiş durumda(!); artık takıldığınız bir yer olursa çekinmeden sorabilirsiniz:))

(Bu arada Pınar'a sevgiler!!!)

The Selector Launch Party "Kamera Arkası"


Uzunca bir süredir hazırlıklarını yaptığımız The Selector projesi sonunda 16 Ekim günü hayata geçti...

The Selector, İngiltere'de British Council için hazırlanan bir "İngiliz müziği" programı... Program ve ilk gece için düzenlediğimiz The Selector Launch Party" ile ilgili ayrıntılar zaten Radyo Mydonose ve British Council sayfalarında anlatılıyor. Ben her zaman olduğu gibi bilgiler için ilgilileri oraya yönlendirerek bir parça kamera arkasından bahsetme niyetindeyim...

Yaklaşık 6 hafta hiçkimseyle görüşmediğim kadar görüştüğüm ve kimseyle konuşmadığım kadar konuştuğum Bahar'la bu projenin Proje Koordinatörleri olarak işe başladık... Önce ilgililer ve yetkililerin katıldıkları toplantılar, ardından programın yayın ayrıntılarının belirlenmesi, ve son olarak ilk gece için Newcastle Gate 66 Club'da düzenlediğimiz kokteyl/parti...

Gate 66 aslında oldukça küçük sayılabilecek, fakat müzik ve ışık sistemleri açısından oldukça iyi bir mekan. Bizim de o gece için hazırladığımız görseller ve lazer gösterileri biraraya gelince mekan tam anlamıyla "The Selector" formatına uygun bir hale geldi.

Dürüst olmak gerekirse, benim daha önce radyomuz adına organizasyonunu üstlendiğim konser ve partilere göre farklı bir geceydi; ama katılanların memnun kalması ve amacına hizmet etmiş olması yeterli görünüyor... Zaten gazetelerde ya da dergilerde de ilgili haberlere rastlamış olabilirsiniz... (Öte yandan Selen'in anlattığı gibi geceyi ilginç noktalara getirmiş olan arkadaşlara da selamlarımızı göndermemiz gerek!!!)

Bu arada; programı Andrea Oliver sunuyor. Aşağıda gördüğünüz de, dünya tatlısı Andrea'nın gazetecilere karşı koyamayacakları pozlar verdiği anlardan biri:)


Her Pazartesi saat 22:00'de Radyo Mydonose'da yayınlanan programa katılanlar IPod Shuffle kazanma şansı yakalıyorlar, aklınızda bulunsun...

6 Ekim 2006 Cuma

Bodrum Bodrum

Hayatım boyunca hiçbir yaz bu kadar çok yer dolaşıp, bu kadar tatile hasret kalmamıştım!... Gitmediğim yer kalmadı, ama yorgunluktan ölmek üzereyim; sadece birkaç günlüğüne kaçmak için fırsat kolluyorum, olmuyor, olamıyor...
Geride kalan haftasonu Bodrum'daydım... Birçok zaman olduğu gibi Gökmen, ben ve yol arkadaşımız Transporter, Cuma'dan yola çıktık. Tarihe geçecek heyecenalı bir yolculuktu... Denizli civarlarında Bodrum'a yönelmek üzereyken İzmir'deki yoğun yağmur haberi, vericilerin bulunduğu Teleferik'e yıldırım düşmesi, yayının durması, bizim bir anda güzergah değiştirmemiz, vs... Uzun zamandır ilk defa bir organizasyona koşturmadan, rahatça gidebileceğimizi hesaplarken, hatta iftarı nerede yapsak ki fantezileri kurarken ancak sabaha karşı saat 4'te Bodrum'a inebilmemiz...

Bodrum'da Marina Yacht Club'da Famous Cup'ın sponsoruyduk, yani neredeyse 2 tam gün boyunca Marina ve civarında yaşadık:) Marina'nın muhteşem yemeklerini sadece izlemekle yetinmek üzücüydü tabi (Ramazan ve oruç münasebetiyle), ama Nazlı'dan sözler aldığımıza göre bunun devamı gelecek:)

Hazır yeri gelmişken, ve hazır bu kadar ünlüyü birarada bulmuşken, birer küçük cümleyle magazin dünyasından son haberleri verelim:
Aysun Kayacı zannedildiğinden kısa boylu, ve hatta göbeği bile var!!! Ama sahneye çıktığı anda ya da poz verirken gerçekten devleşiyor, bravo!.. Ebru Güzel hayatım boyunca gördüğüm en rahatsız edici "celebrity"lerden biri... Sertab Erener ufacık tefecik, ama -daha önce de aynı şeyleri düşünüyordum- son derece pozitif ve sıcakkanlı, Demir Demirkan'a saygı duyduk, o kadar genç kız hayranı olması boşuna değil... Fatih Ürek aynen Fatih Ürek(!), Levent Yüksel tamamen kendi halinde bir adam (Levent ve Demir'in yanyana geldikleri ve gazetelere yansıyan buluşmalarında arka tarafta beni de görebilirsiniz:) ), Berna Laçin -benim için- tam hayal kırıklığı, neredeyse benim kadar kilolu!!!... Ve merakla beklenen isim; Ozan Orhon gerçekten abartmış, bu kadar zayıflamak iyi değil... Dahası da var, ama bu kadarı şimdilik yetsin...

Bir de, Ali Poyrazoğlu'nun muhteşem bir seminer/gösterisi var iş hayatı, ekip ruhu ve liderlik üzerine... İnsan neredeyse tüm hayatını bir kez daha gözden geçirme gereği duyuyor ve adeta arınıyor, temizleniyor... Bir şekilde karşınıza çıkarsa, sakın kayıtsız kalmayın Ali Poyrazoğlu'nun bu "etkinliği"ne...

Son olarak Alisa ve Arsevi'ye de buradan selam göndermeden olmaz; onlar oradaki işlerimiz kolaylaştırmak için ellerinden geleni yaptılar, hatta Arsevi 2 yerine 1.5 elle çalışmasına rağmen gayet iyiydi:)

Onları biraz yorduğumuz için sonlara doğru biraz dağılmış gibiydiler, ama en mutlu oldukları anı kayıtlara düşmekte fayda var... Bir ara ikisini kelimenin tam anlamıyla "hopbidi hopbidi" bana doğru gelirlerken gördüm... "Hayırdır?..." diye sorduğumda aldığım cevap yeterliydi:
- Selim Beeey, çok mutluyuzz... Aysun Kayacı'yı yakından gördük, hem kısa boylu, hem de göbeği vaaar!!!

18 Eylül 2006 Pazartesi

Bono

Kitap okumaya ve film izlemeye -garip saatlerde de olsa- az biraz vakit ayırabiliyorum bu aralar; tanıyanlar benim için bunun ne büyük keyif olduğunu bilirler...
Yıldönümü itibariyle birtakım 11 Eylül filmleri (Loose Change'i kesinlikle izlemelisiniz, her ne kadar sonradan filmdeki birçok tez çürütülmüş olsa da...), ve Unfaithful, Sin City, Taking Lives, 21 Grams gibi daha önce sinemada izlediğim filmleri hatırlamak, bilmemkaçıncı defa Eternal Sunshine of the Spotless Mind'ı görmek güzeldi... Ama asıl bomba, sonunda izleyebildiğim Requiem For A Dream oldu... Çok uç, çok zor, çok bunalım ama çok çok etkileyici altmetinler barındıran bu filmle ilgili sanırım ayrıntılı birşeyler yazmam gerek... yakında:)
Aslında ben size bir kitaptan bahsetmek niyetindeyim... Herşeyin öncesinde belirtmeliyim ki; bu bir "tür" kitabı... Yani U2 müziği sevmiyorsanız, Bono'nun hayata bakışı ilginizi çekmiyorsa hiç bulaşmayın, sıkılırsınız... Ama benim gibi U2 dinleyerek büyüdüyseniz, bu röportaj kitabı çok ilginizi çekecek.

Bono'nun Odasında'yı Bono'nun kelimeleriyle dinleyelim: "Kendince bir şeyler karalayan, puro tüttüren, şarap içen, İncil okuyan biri… Bir müzik grubunun üyesiyim ben. Göremediği şeylerin resmini yapmaya bayılan… gösterişçinin tekiyim. Bir koca, bir babayım; yoksulların, bazen de zenginlerin dostuyum. Bir eylemci, gezerek fikirler satan bir satıcıyım. Bir satranç oyuncusu, dünyanın en gürültülü folk grubunda yarı zamanlı rock yıldızı, bir opera şarkıcısıyım. Nasıl ama?..."

Bono'nun Odası 373 sayfa, Merkez Kitaplar'dan tüm kitabevlerinde... Ne de olsa bir "tür" kitabı, biraz bekleyin, mutlaka ucuzlayacaktır fiyatı...

1 Ağustos 2006 Salı

Yol Şarkıları

Uzun yolda araba kullanmak en keyif aldığım "kaçış"lardan biridir...
Kolay kolay sıkıldığım görülmemiştir, hiç durmadan kilometrelerce yol gidebilirim, yeter ki müzik olsun...

Şu yanda görmekte olduğunuz kader arkadaşıyla 20 günde 4000 km'den fazla yol yaptık... Her ne kadar iş gereği tamamen yabancı müzikle haşır neşir olsam da, evet, itiraf ediyorum, ben araba kullanırken arsız bir Türkçe müzik dinleyicisiyimdir... Bu yolculuk boyunca iş gereği şehir merkezlerinde elbette Radyo Mydonose dinliyordum aralıksız, ancak şehirlerarası bitmez tükenmez yollarda telefonumdaki MP3lerin arasından iki albüm bana çok sıkı arkadaşlık etti...

Öncelikle bir itiraf, benim bu iki isimle de yıldızım bir türlü barışamadı şu ana kadar (sonra neler olacak bilemem), televizyonda gördüğümde hemen zap yapıyorum, fotoğraflarını görünce sayfa değiştiriyorum... Ancak her ikisinin de son albümleri yaz yolları için tek kelimeyle harika!...

Pamela'nın yeni albümü Cehennet'in en önemli özelliği minimum enstrüman kullanılmış olması; genelde enstrüman yerine Pamela'nın sesinin değişik tonlarını üstüste kullanmışlar. Öyle ki bazı şarkılarda Pamela'nın 6-7 değişik sesi aynı anda duyuluyor. (hayır efendim, onu ayırdetme potansiyelim yok, kendisi söyledi!...)
Albümün çıkış şarkısı "Artık birşey yapmak lazım"ı herkes biliyor, benim tavsiyem "Seviyorum Sensiz Ankara'da" şarkısı; ama ama ama, "Gerçek Hayat" diye bir şarkı var ki; çok geç keşfedilecek, ama kimilerini fena bağlayacak, benden söylemesi...

Diğer bir albüm "Tek Taşımı Kendim Aldım". Bence bu ülke sınırlarında iticilikte son noktadır Nil, ama bu konuyu geçelim şimdilik. İşten az buçuk anlayan biri olarak şunu söyleyebilirim, besteler ve düzenlemeler teknik olarak çok başarılı, şarkı sözleri (anlamlarından bahsetmiyorum, kelimelerin seçilmesi ve kullanılmasını kastediyorum) son derece başarılı seçilerek biraraya getirilmiş, ve vokal kesinlikle daha da gelişmiş durumda... İlk şarkı Pırlanta'yı atlayalım, Kamikaze, Peri, Bu Mudur öne çıkıyor; benden gelen öneriler ise "Siz" ve "Parçalı Bulutlu"... Bu albüm gerçekten tam bir "güneye yolculuk albümü"...

Bir de son olarak;
beni tanıyanları biraz şaşırtacak, biliyorum, ama dürüst olmakta fayda var... Bunlara ek olarak bir şarkı daha var; o da Gülben'in "Yalnızlık" şarkısı...
Durumu şöyle anlatayım;

Bu fotoğraf Çeşme'den İzmir'e geçiş anı; yol zaten çok keyifli, otoban bu noktada kıvırılıyor olduğu için tam karşıda deniz, manzara harika, güneş tam tepede, pırıl pırıl ve fonda bu şarkı...
Bu durumda sizce de şarkıya takılmak için yeterli sebep yok mu?...

"yalnızlık alır götürür, vay beni, yazık bana,
eller böyledir hep ayırır, karışıp sevdalara..."

27 Haziran 2006 Salı

"We don't need no thought control"

Belki öyle kimileri gibi çok da tutkun olduğum bir grup değildi; ama sonuçta Pink Floyd Pink Floyd'dur, ve Roger Waters da kimseyle karşılaştırılamayacak, aynı kefeye koyulamayacak bir isimdir...
İstanbul seyahatinin zamanlaması tesadüfen Roger Waters konseriyle buluşturdu beni; hemen Selma'yla bağlantıya geçildi, yoğunluk ve trafikten dolayı "Wish You Were Here"ın da içinde olduğu ilk 45 dakika kaçırılsa da konsere yetişildi...


Kuruçeşme Arena'da muhteşem bir sahne, inanılmaz bir kalabalık, birçok ünlü isim, birçok tanıdık sima, arkadaşlar, ve "Another Brick in the Wall"!...

Tekrarı olur mu; sanmıyorum... Tarihe tanıklık etmek güzeldi... Güzel bir anı oldu...
Gece yorgun argın İstanbul'daki aileme, Şekerlere doğru yol aldım... İstanbul onlarsız bu kadar güzel olmazdı muhtemelen... Londra'da Gap'te komik bir şekilde başlayan arkadaşlığın bu boyutlara geleceğini bilebilir miydik acaba?
Evet, bilirdik:)

16 Mayıs 2006 Salı

Tom Novy!

Gerçekten hayatım boyunca tanıdığım en ilginç insanlardan birisi olarak yerini alacak hafızamda... Daha önce Africanism, Benassi, Rachael Starr, Global Deejays organizasyonlarında dünyaca ünlü DJ'lerle tanıştım (aman da ne kadar havalıyım!!!), ama hiçbiri Tom kadar eğlenceli değildi.
Aslında o Avrupa'da gerçekten çok çok iyi tanınan ve ciddi bir hayran kitlesi bulunan bir DJ/Prodüktör. Türkiye onu yeni yeni tanıyor. Yaptığımız partilerde yaklaşık 2500-3000 kişi onu yakından tanıdı ve sahnede -özellikle de gece ilerledikçe- nasıl bir DJ performansı sergilediğini gördü.

Tom Novy DJ performansının yanında sahnedeki pozitif enerjisiyle de çok ilgi çekiyordu... Dürüst olmak gerekirse, ben parça çalarken sahneden atlayıp seyircilerin yanına gelen, fotoğraflar çeken, sohbet eden ve tekrar sahneye dönen bir DJ daha önce görmemiştim...:) Gerçekten öyle, abartmıyorum!!!
Tabi akıllarda kalan bir önemli ayrıntı da(!), Tom'un kebap ve rakıya gösterdiği yoğun ilgi oldu... Sanırım bunda Ankara'daki yemekte onu tanıştırdığımız Hacı Arif Bey'in meşhur karışık kebapları kadar, üzerinde adı yazılı olan pidenin de etkisi vardı!!!:))

8 Mayıs 2006 Pazartesi

Tom Novy Partileri

Aslına bakarsanız ben öyle çok da dans müziği tutkunu biri değilimdir, ama iş gereği bi şekilde içine dalmak zorunda kalabiliyor insan...
Son 6 ay içinde radyo için organize ettiğimiz 4. büyük parti organizasyonu bu, ve yarın akşamdan sonra benim yine bir süre hayattan kopmama sebep olacak maraton başlıyor...
Daha önceki partiler gerçekten çok başarılı geçmişti, bunun da öyle olacağını bekliyoruz... Tabi, organizasyon bir radyo istasyonu partisi olunca, amaç sadece belirli bir rakamı yakalayacak kadar bilet satmaktan çıkıyor, iş olabildiğince çok tanıtım yapmaya geliyor...
Galiba bu konuda üzerimize düşeni yapabildik.
Tom Novy ilk defa Türkiye'de olacak... Aslında gerçekten türünde çok çok başarılı, ama Türkiye'de o kadar da tanınmıyor maalesef...
Hepsinin ötesinde, gerçekten yoğunötesi bir organizasyon daha yarın gece itibariyle beni bekliyor... Organizasyon ayrıntıları Radyo Mydonose sayfasında, ben de bi kaçamak vakit bulabilirsem burada "sahne arkası"ndan bahsederim...