20 Temmuz 2009 Pazartesi

İlk Defa...

...
Kafası allak bullaktı...
Bir tarafta eğer denemezse asla öğrenemeyeceği bir aşk, diğer yanda o adımı atarsa parmaklarının arasından süzülerek kayboluşunu an be an izleyeceği ve durdurmak için hiçbir şey yapamayacağı, yılların hızla kayboluşuna meydan okuyabilmiş bir dostluk...
Birini kaybetmeyi göze alamazken, diğerinin göz kırpışlarına karşı koyamıyor, adım atmayıp da kaçırma ihtimalinden ölesiye korkuyordu. Ne de olsa, anlatılamamışların, denenememişlerin, hasıraltı edilmişlerin bıraktığı yaralar hep daha derine gidiyor, kabuk bağlayamıyor, iyileşemiyordu bir türlü. Kapanmamış izlerle yaşamaya daha fazla tahammül edemeyeceğini öğreneli de çok fazla olmuyordu açıkçası, malum, yıllar sanki öğrenilmesi gereken tüm gerçeklerin öğretici acılarını tam da mutluluğu yakaladığın anların yanıbaşına serpiştiriyordu itinayla...

Bir insanın asla yapmamalıyım dediği bir hareketin ilk adımını atabilmesi için öyle zannettiğiniz gibi ciddi karar aşamaları yaşanmaz iç dünyalarda. Bir anlığına kontrolü kaçırırsın ve kendini “hayır yapmamalıyım” cümlesini duymazken ve artık çıktığın o yolda durmazken, duramazken bulursun...

“Aslında planladığım birşey değildi bu, hatta şu ana kadar hiç aklımda bile yoktu, belki bedeli çok ağır olacak, ama bunu yapmak zorundayım...” dedi adam.
Sesi titriyor muydu acaba? Hay Allah, oysa bu cümleyi çok kendinden emin bir tonlamayla söylemeliydi, hiç böyle cılız bir sesle konuştuğunu duymamış, böylesine fısıldar gibi cümleler kurmamıştı daha önce.
Geri dönüş yoktu artık. Gözleri ışıl ışıl parlayan kıza yaklaştı, küçücük vücuduna nazire yaparmışçasında dolgun ve şekilli dudaklarını kendi titrek dudaklarıyla buluşturmak üzereydi artık. Ne yaptığından çok da emin değil gibiydi aslında, kelimenin tam anlamıyla korkuyordu!
Haylazlık yaptıktan sonra cezasını öğrenmek üzere eve babasının gelişini bekleyen çocukların ürkekliğinde geçirmişti geride kalan son -sadece- birkaç dakikayi, ona tarihin sil baştan yazıldığı binyıllar gibi gelen birkaç dakikayı. Hayatının en azından son birkaç yılı, o kızla çok çok daha fazlasını hayal etmekle geçmişti geçmesine ama elindekini kaybetmeyi, yani nefes almaktan vazgeçmeyi göze alamıyordu...
Kalp atış ritmleri heyecanla ona gerilim filmlerinin korkutucu fon müziğini yapadursun, kızın gözlerine baktı dudaklarını ona yöneltirken.
İşte tam o anda gülumsediğini farketti kızın. Tüm dünyanın başına yıkıldığını gördü kızın gözlerindeki kendi yansımasında... Evet, alenen gülümsüyordu! O kadar mı uzaktı adamın iç dünyasının hayalleri kızın dünyasına? O kadar mı çocukça, o kadar mı komik görünüyordu acaba karşıdan? Durup geri mi çekilmeliydi? Zararın burasından dönse kar olur muydu, doğru muydu neresinden dönülürse kurtarılacağı efsanesi?
Duramadı, dönemedi,
Ve dudaklar buluştu...
Kız geri çekilmemişti belki ama, pek karşılık vermiş gibi de değildi. Hem aslına bakarsanız, adamın bunu farkedebilme güdüsü yerle bir olalı da asırlar geçmişti; ya da doğrusunu söyleyelim, ona asırlar gibi gelmiş üçbeş saniye daha!

Şimdi hiç hatırlayamadığı o oniki yaşındaki ilk öpücüğünde de böyle birşey olmuş olmalıydı muhtemelen. Ne kendisi farkındaydı ne yaptığının, ne de “öpücük” dediklerinin ne olduğunu tanımlayabilecek durumdaydı. İçi tir tir titriyordu ve belki de bu gerçek olanca çıplaklığıyla farkedilebiliyordu dışarıdan! Bittiğim an dedikleri tam da bu ana yakışan bir kalıpmış demek ki!
O bunları düşünedursun, kızın gülümsemesi büyüdü, ve kız gülümsedikçe küçüldü, küçüldü, kayboldu adam...
Ölüm sessizliğini bozan da o ana kadar tek kelime etmeyen kız oldu zaten:
“Salak,” dedi artık ağız dolusu gülmeye başlamışken, “artık gerçekten bunu yapmaktan vazgeçtiğinden şüphelenmeye başlamıştım!... Ne kadar uzun zamandır bunu beklediğimin hiç farkında değilsin, sana nasıl da tutulduğumla ilgili hiç bir fikrin yok değil mi! Gel buraya!...”
...
Sonunda yazım aşamasına gelebildiğim ikinci kitaptan bir bölüm... (Yazım aşaması demek, önümüzde hala uzun bir vakit olduğu anlamına geliyor. belki de 1 sene kadar, kimbilir...)

0 comments:

Yorum Gönder