9 Temmuz 2009 Perşembe

Bir "Çalma" Hikayesi...

Bir hevesle başlamıştır herşey....
Hesap kitap tutmadığı halde matematiğinize ihanet eder, ailenizden ayrı bir eve çıkarsınız. Aslında bir 37 ekran televizyon, bir çift kişilik yatak, ve anneden kapılmış birkaç tavadan oluşmaktadır evin ilk eşyaları, ama dünyayı değiştirecek güce sahip olduğunuzu düşünmeye başlamışsınızdır artık. Ne de olsa en kıymetli hazineniz yanınızdadır; yıllar boyu harçlıklarınızı yönlendirdiğiniz yegane kaynak, müzik setiniz ve eşsiz müziklerle dolu arşiviniz... Kimileri special edition, kimisi size özel imzalı, kimisini şimdi almaya kalkışsanız paranız yetmez.

Öyle bir heyecandır ki o ilk günler, sanki hayatınızın her boş anını evde geçmek zorundaymış gibi hissedersiniz.
Bir gün, bir öğlen vakti dışarı çıkar, normalde restaurantta yemek varken güzel güzel, yemekleri paket yaptırır, hevesle eve dönersiniz. Elinizdeki torbalarla binbir manevra yaptıktan sonra tam da anahtarı kapıya doğru uzatırken bir ayrıntı dikkatinizi çeker. Kapının kenarından normalde olması gerektiğinden daha fazla ışık süzülmektedir apartman koridoruna. Filmlerdeki gibi hafifçe itersiniz parmağınızla, ve ağır çekimde açılıverir kapı...
Gözlerinize daha bavuldan çıkartılıp dolaba yerleştirilmemiş olarak bıraktığınız kıyafetleriniz ilişir önce; annenizin ütüsü bozulmasın diye özene bezene katladığı gömleklerinizin üzerinde çamurlu ayak izleri vardır... Sevgilinizin yazdığı mektuplar, hani kokusu kaybolmasın diye binbir özenle sakladığınız mektuplar yırtılıp yerlere saçılmıştır; muhtemelen para aranmış ve bulunamadığı için öfkeye kurban edilmiş şekilde.
Siz henüz şoku üzerinizden atamamışken, gözleriniz tam köşedeki boşluğa ilişir. Müzik seti... Ve müzik arşivi...
Komşular kapıdan kafalarını uzatıp "iyi iyi, aman iyi ki birşey bulamamışlar, aman geçmiş olsun, kaset maset, sidi midi önemli diil" tadında, tatsızlığında cümleler kurarken, siz onların asla anlayamayacağı bir hüzne gömülürsünüz. İki damla gelir tıkanır gözlerinizin ucuna, anlamayacaklar diye tutarsınız kendinizi. Kime inandırıcı gelecektir ki bir insanın her biri için başka hikayeler yüklediği müziklerinin artık kaybolmasının böyle yaralayıcı olabileceği...

Prosedür işler, polis gelir. Evden neyin eksik olduğunu sorar,lar “CD arşivim” dersiniz, cevabınızı duyunca gülümserler, üstüne bir de vakitlerinin gereksiz yere gasp edildiği düşüncesiyle fırça yersiniz. Sözde parmak izleri alınır, o esnada cebinden walkmaninin ucu görünen genç polis yanaşır sessizce;
"Arkadaşım, seni çok iyi anlıyorum ama altın, para filan olmadıkça sen bu işi unut..."
Siz unutmuş, unutacakmış gibi yaparsınız...
Polisler gider, tek demirbaş plastik sandalyeye oturup evi baştan aşağı gözden geçirirsiniz. Gözünüz bir kenara bırakılmış paket içindeki yemeklere ilişir. Poşeti çöp yapar, çamurlu gömlekleri doldurursunuz içine. Keyfiniz alt-üst olmuştur, ama işte tam da öyle anlarda dinlemek istediğiniz, sizi tedavi edecek müzikleriniz de yoktur artık...
Ne yemeğin tadı kalır, ne müziğin, ne de daha bir gün öncesinde hayatınızı değiştirdiğini düşündüğünüz yeni evinizin. Kendi eviniz yabancı olur size, siz küskün hayata.

Derken yatağınızın başucunda, her gece uyumadan önce eşsiz gülümseyişine bakarak uyukladığınız sevdiğinizin fotoğrafı gelir aklınıza. Bir korku, bir heyecan bastırmaya başlar, duvarlar üzerinize gelir, korkarak yönelirsiniz odaya. Ve, ne mutlu ki, onu bütün güzelliğiyle o fotoğrafta yine size gülümseyerek bakarken görürsünüz.
Heyecanınız o anda yavaşça yatışır, yüzünüzde aptal bir gülümseme oluşur.
Bir insana tüm saflığıyla aşık olmanın, bir sevdayı tüm saflığıyla paylaşmanın dünyadaki en sınırsız güç, en büyük keyif olduğunu hatırlarsınız...
Gülümseyerek evdeki demirbaş sandalyeye oturur, elinize lütfedilerek size bırakılmış telefonu alırsınız. Numaraları ezberden çevirirken, yeni arşivinizin ilk şarkısını bulmuşsunuzdur çoktan;
hayat devam ederken tüm güzelliğiyle,
herşeye rağmen...
(son günlerde etrafta çokça konuşulmaya başlanan hırsızlık olayları üzerine yakın geçmişten bir hikaye...)

0 comments:

Yorum Gönder