28 Ağustos 2006 Pazartesi

The Marmara Antalya

Antalya şehir merkezinden Lara'ya doğru yol almaya başlıyorsunuz... Dedeman üstgeçidinden biraz sonra sağdaki (ana caddeye paralel) caddeye giriyor ve ilerliyorsunuz.

Biraz ileride dışarıdan bakıldığında hapishane gibi görünen, üzerinde isim ya da tabela bulunmayan kocaman bir binaya yöneliyorsunuz... Kapıdan girdiğinizde çok sıcak renklerle ama son derece sade düzenlenmiş bir lobi var; öyle ki resepsiyonun karşısındaki asansörlerin yanında sadece bir tek sandalye duruyor bekleme bölümü olarak.

Son derece zarif resepsiyonistler tarafından işleminiz yapılıyor ve kapı kartınızı alıyorsunuz.. Sözgelimi 1704 numara sizin, yani 17. kattasınız... Kata girdiğinizde önce koridorun temizliği ve sadeliği, hemen ardından da oda numara levhalarının sıcaklığı gözünüze çarpıyor.

Kapıyı açtığınızda önce tavandaki beton dikkatinizi çekiyor, evet, burası bir konsept otel; The Marmara Antalya sadelik konseptiyle hazırlanmış bir otel... Çok fazla takılmıyorsunuz beton tavana, zira odanın içindeki her bir ayrıntı özenle seçilmiş; yataklar çok rahat, kanepe sıcacık rengi ve kumaşıyla göze çarpıyor, banyo inanılmaz çekiciliğiyle sizi bekliyor...

Ama en önemlisi tam karşıda... Pencereye yöneliyorsunuz, ve işte muhteşem The Marmara Antalya manzarası!...

Saatlerce orada kalıp manzarayı izlemek mümkün, kelimeler anlatmaya yetmiyor...

Bir hızlı duş, işleri organize ediş ve biraz dinlenmeden sonra akşam yemeği için restorana doğru yolculuk...

Yemekleri geçelim, restoran inanılmaz güzellikte ve ayrıntılar muhteşem...
Her bir kolon bir konsepte ayrılmış; bir kolon teknolojiyi temsil ediyor, etrafında bilgisayarlar dizili...
Bir kolonda kocaman merdivenle dileyen herkesin üstlere çıkabileceği kütüphane, birinde (yalan dolan değil, gerçekten) salıncak, birinde mumlar, ve birinde (işte benim en çok ilgimi çeken) otelin konuklarının kendi çapında yazdıkları yazılar...
Yerli yabancı birçok kişi izler bırakmış bu duvarda... İş toplantısına gelenler firma logosunu koymuşlar, yabancı bir turist grubu isimlerini sıralamış, (olmazsa olmaz) GS, FB kapışması birkaç satırla aradan çıkarılmış, bir delikanlı, bir genç kıza evlilik teklif etmiş, bir bebeğin ilk otel tecrübesi kayıtlara geçmiş...

Bir gece organizasyondan dönüş, saat sabaha karşı 4'te açlığımızı bastırmaya çalışırken güvenlik görevlileri duvarın temiz bölümünü devreye sokup bir kalem veriyorlar...Nne de olsa iş icabı buralardayız, efendi olmak gerek; önce radyomuz adına iki satır karalıyorum, sonra masumane bir cümleyle kendi adımı da kayıtlara geçiyorum...


Öncülük etmiş oluyoruz, ertesi gün herkesin oraya yeni yazılar eklediğini takip ediyoruz...

Sonrasında tertemiz havuz keyfi... Doğru düzgün, medeniyet bilen insanlarla aynı yerde havuza girmenin tadı gerçekten başka...

Dünyanın ilk ve tek 360 derece dönen otelinin karşısında güneşleniyor, otelin altındaki cafede bir soda içiyoruz; sodanın ilk yudumuya son yudumu arasındaki manzara değişimini izlemek gerçekten ilginç oluyor; bir de Sibel Can'ın otelin restoranına geçerken gerçekten televizyonda göründüğü kadar kilolu olduğunu görmek (hani televizyon bilmemkaç kilo şişman gösteriyordu??)

İşin özeti şudur ki; otelde kalmaktan nedense oldum olası keyif almayan biriyim... Gelin görün ki yoğunluktan dolayı bu yıl belki de 30'dan fazla değişik otelde kaldım... Bundan yıllar önce Boston'da The Marriott oteller hakkındaki fikrimi biraz değiştirir gibi olmuştu, bir de The Marmara Antalya!... Size ısrarlı tavsiyem şudur; eşinize ya da sevgilinize bir sürpriz yapın, çok değil sadece bir haftasonu onu The Marmara Antalya'ya götürün... Otelden çıkmanıza gerek yok, 2 gününüzü orada keyifle geçirin... Hayatınız boyunca unutamayacaksınız...


Belki biraz abartmış olabilirim, ancak sadeliğin bu kadar güzel kullanılabilmesini gerçekten hayranlıkla izledim, ve orada kaldığım sürede (işlerden vakit bulabildikçe, ve öğleden sonra denizin dalgalanmasını gözardı ederek) gerçekten çok keyif aldım...
İyi ki var The Marmara Antalya!...

0 comments:

Yorum Gönder